Bazı kişiler zamanınızı anlamlı kılar. Yaptığınız çok basit bir eylemdir onunla. Fakat öyle özel ve kıymetli kılar ki... Burda sihirli sözcük aslında 'BASİT' dir.
Sevgili babamın şu cümlesi geldi aklıma. HAYATTA BASİT YAŞAYACAKSIN!
Biz ademoğulları, havvakızları; hayatta karmaşık şeylerin, zor şeylerin, uzak şeylerin bizleri mutlu kılacağını düşünürüz. Basit olan şey nasıl da olur bizi mutlu edebilir? Büyük olmalı, pahalı olmalı, renkli olmalı, yanıp sönmeli, alışılmışın dışında, farklı olmalı...
Halbuki hatırlayın çok üzgün, kafamız karışık ya da sinirli olduğumuz zamanlarda bulaşık yıkamak, temizlik yapmak, birşeyleri tamir etmek, toprağa elimizi değdirmek, küçük bir çocukla lego yapmak, bir kek çırpmak, ıvır zıvırları döküp seçmek- ayırmak-atmak, bir köpeği gezdirmek, dakikalarca bir kedinin gıdısını okşamak, bir yastık bir yorgan... Ne iyi gelir...
Evet! ve birçoğu...
Evet! iyi gelir...
ve Evet! farkında bile değilizdir.
Bunlar hayatta ki basit eylemlerdir ve nedense bize iyi gelir.
Şöyle bir düşünelim en içten güldüğümüz, kahkahalara boğulduğumuz, gözlerimizden yaşların geldiği anları...
Bence çoğu yalın şeylerdi...
DOĞA hayattaki en yalın olması gerektiği gibi olan şeydir.(İnsanoğlu rahat verdiği sürece)
Modern çağ insanı, gitgide doğadan kopmakta ya da koparılmakta. Bir taraftan ondan uzaklaşıp bir tafartan onun özlemini çekiyoruz. Plazalarda oturuyoruz. İnşaat firmaları bu plazaların bilmem kaç dönümlük yeşil alanı var diye reklam yapıyor. Yeşillik prim yapıyor.(Göle bakıyor, denize bakıyor, ormana bakıyor...) 4-5 odalı evlerimiz var temizleyip temizleyip bitiremediğimiz, balkonunda bir saksı çiçek yetiştiremediğimiz. Temizleyemediğimiz temizlettiğimiz evlerimiz... Hiç bir köşesine gerçekten ellerimizin değmediği evlerimiz, odalarımız... Eşyalarımız başkaları için aldığımız, olması gerektiği gibi olan(hayatlarımız gibi)... Kullanmadığımız ama bizi kullanan eşyalar... Ruhu, yaşanmışlığı olmayan putlar... Sıcaklığı yerine zahmeti olduğunu düşündüğümüz ev hayvanları... Evimizi kimseciklerle paylaşamayız yük olmamalı,kirlenmemeli, bozulmamalı...
Geçmişe, eskiye burun kıvırışımız. Pahalı olan yeni olan şeye özenimiz, hatıralara olan özensizliğimiz... Yaşanmışlıkların nasıl bir büyüsü olmaz? Geçmişin nasıl büyüsü olmaz? Aslında bunlar bize nostalji kelimesi altında pazarlanmakta... Aaaaa! Nostaljik? Yaaa! Nostaljik? Bizden öncekini hiçe saymak, hafife almak...Eskinin tozunda, saflığında, bilgeliğinde...,
Yeni bir nesil geliyor; geçmişini küçümseyen, yaşanmışlıkları hiçe sayan, herşeyi kendinin bildiği, doğadan kopuk, kalabalıklar içinde yapayalnız,
Nereden geldiğimizi ve nereye gidecek oluşumuzu unutuşumuz...
Bir telaşla yaşıyoruz. Acele acele... Sevgimiz eksik, huzurumuz eksik... Mutsuzluğundan beslenen insanlar olduk. Mutsuzlukla tıkabasa beslenip sonra mutlu olmaya çalışan...
Herkes birşeyler anlatmak istiyor. Ama hep kendinden anlatmak istiyor.
Herkes birşeyler göstermek istiyor. Ama hep kendinden göstermek istiyor.
Dinlemiyoruz başkalarını, izlemiyoruz başkalarını... Hele ki yanıbaşımızdakini hele ki karşımızdakini...
Sadece merakımız var onlar ne yapmışlar. Bu kadar...
Nerede olduğumu herkes bilsin, ne yediğimi, ne giydiğimi, nerede eğlendiğimi, kiminle birlikte olduğumu... Ne de mükemmel hayatlar yaşıyoruz, hep eğleniyoruz...
Sabah oluyor ve akşam oluyor... Olacak tabii... Değişmeyecek. Nerde sabah orada akşam????
“Hepimiz heba oluyoruz. Lanet olsun, bütün bir nesil benzin pompaliyor, garsonluk yapiyor, ya da beyaz yakalı
köle olmuş. Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde. Nefret ettiğimiz
işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız.
Bir acımız yok, ne büyük savaşı ne de büyük buhranı yaşadık. Bizim savaşımız
ruhani bir savaş. Ve bunalımımız kendi hayatlarmız…!” Nereden bulmuş not almışım bilemedim okudum, paylaştım ve de ne kadar doğru buldum.
O'nu ilk gördüğüm an kanlar içindeydi, annem çığlıklar atıyordu. Bişeye benzetememiştim. Sonra bir telaş... Eldiven taktılar ellerine yatırdılar. Ben o eldivenleri açıp parmak aralarındaki pamukçukları temizliyordum. Ne zaman büyüdün ne zaman oyun arkadaşım oldun hatırlamıyorum. Sanki o dönem hafızamdan silinmiş. Sadece elleri aklımda kalmış.
Küçük donların vardı. Yarısı küçük kıçının arasına girerdi. Hoşuma giderdi o görüntün, komikti.
Saçların kız gibiydi kıvır kıvır. Seni severdim ama çok kıskanırdım. Şeftali püresi yapardı annem ve ben çok severdim. Sana yedirirken içim giderdi. Ama annemin aklına banada bir kase yapmak gelmezdi. Bir de cicibebeli sütün var dı ki biberorununda. -Hey! tavanda ne var bak! -Hooop! Elinden kapardım. İçerdim içerdim, birazda yere döker eline verirdim. -Anneeeee!!!! Yere döktüüüüüü!!!!
Çok severdim cicibebeli sütü ama annemin yine aklına bana da yapmak gelmezdi...
Çok güzel gülerdin ve çok güzel bakardın. Yanakların vardı tombiş tombiş.
Çok severdim ve çok kıskanırdım. Pazardan annem sana şu plastik sopa ucunda kelebek , bişey olan oyuncakdan alırdı ilk ben oynardım seni ağlata ağlata... Sürerdim sürerdim sert sert sonra kırılırdı...
Sen ağlardın. Ben pişman olurdum.
Genelde çok didişmezdik. Değişik oyunlar uydururduk. Ranza üstü, altı, masa altı kuytu köşeler...
İbiş vardı birde Fatoş kuklalarımız. Ne çok konuşturduk onları karşılıklı.
Üzerinde bir bahçevan başından hiç çıkartmadığın şapkan...
Bir defasında yolda uçup gitmişti de bir şapkan ona çok üzülmüştün. İnan bende...
Annemin pudingten yaptığı püsküğütlü pasta ne kadarda mutlu ederdi bizi. Donmasını bekleyemeden dolabı açıp kapatıp parmaklardık. O donma süresi ne kadarda uzun gelirdi bize. Ya tencere dibinde kalan pudingler...
Fruko gazoz ve Coca cola ile yaptığımız gurugurular... Asidini kaçırana kadar gurlar dururduk.
İkimize birden alınan şeyi önce ben bitirip sonra seninkine dadanırdım.
-Ama sen yedinnnnnn...
Sonra yalvar yakar paylaşırdın.
Harçlığıda önce ben bitirirdim sende hep para olurdu ben yine sana yalvar yakar...
Lastik çok oynanırdı o zamanlar. Şimdi oynanıyor mu sahi okullarda?
2 sandalyeye lastiği geçirir hopla babam zıpla babam... Ben çok iyi oynardım eh sende bir erkeğe göre iyi sayılırdın.
Bir de AKÜLÜ ARABA sevdan...
Birkere babam söz vermişti almadı da öyle kaldı. Ama goca adam oldun halaa içinde kalmıştır biliyorum.
Yumurta yerdik sabahları içini çabuk bitirir, kabuğunu boyar surat yapardık. En gelişmişi yünden saçlı olanıydı.
Dans etmeyi çok severdik. EVRİYBADİYDENSNAV!!! Koltukların üzerinden altlar. Artistik hareketler yapmaya çalışırdık.
Ne çok bisiklete bindik ne çok sek sek oynadık seninle. Sek sekde düz-küçük-hafif taş makuldü değil mi? Öğretmencilik oynardık, ders anlatırdık birbirimize cetveli elimize alıp.
İlkokula başladığın günü hatırlıyorum. Çok heyecanlıydın. Bende... İlk vesikalık fotoğrafın çok trajikti. Mikrop kapmıştın. Yüzünde kocaman sivilceler çıkmıştı ve saçlarını bana taratmıştın.
Saçlarını hep bana taratırdın okula gitmeden. Çok güzel saç yaptığımı düşünürdün buna beni de inandırmıştın. Fakat seni maymuna çevirirmişim haberin yok. Ama bile bile yapmazdım. Güzel görünmeni bende isterdim.
Her çizgi filmde karakter seçerdik. Ben bu olacam sen şu olacan. Ninja kaplumbağalarda ben turuncu sen kırmızı; Susam Sokağında, ben Edi sen Büdü; Tusubasa vardı bide ama hangimiz hangiydik hatırlayamadım :) not:
Raphael (Türkçe: Rafael): Takımın kötü çocuğudur. Saldırgan ve hırçın bir doğaya sahiptir. Çift sai kullanılır ve kırmızı bir bandaj takar. Çizgi filmin yaratıcıları Raphael adını Raphael Sanzio'dan esinlenmişlerdir.
Michelangelo (Türkçe: Mikalenjelo): Takımın en komik ve en haylaz üyesidir. Uysal ve komik bir yapıya sahiptir. Çift nunçaku kullanır ve turuncu bir bandaj takar. Aynı zamanda takımın en obur üyesidir. Çizgi filmin yaratıcıları Michelangelo adını Michelangelo Buonarroti'den esinlenmişlerdir.
KARDEŞ:
*Aynı anne babadan gelen, 1. dereceden akraba.
*Hayatta sahip olunabilecek en güzel şey.
*Dizlerindeki, yüzlerindeki ve yüreklerindeki yaraların kaynaklarını bildiğimiz, her anlamda bağlarımızın en güçlü olduğu, kendimizi olduğumuz gibi ortaya koymaktan çekinmedigimiz canparçası...
*Çocukluk hayallerimin başrol oyuncusu...
*Büyüdüğüne inanamadığım adam...
*Eşşek gibi olsakta birbirimize küstüğümüz, didiştiğimiz, kudurduğumuz ama yinede kıyamadığız insan evladı :)
*Belki kızar, belki elinde olmadan üzer ama sizi herkesden daha çok sever...
*Birilerinin sizde oluşturduğu yıkıntıları onarmaya çalışır gücü yettiğince…
*Kimse için yapmadığı şeyleri yapar, sizin küçücük mutluluğunuz için…
İyi ki varsın! Canım kardeşim ......seni Çok seviyorum
Bir yüz geldi gözümün önüne.
Gülümseyen bir yüz...
Geçmişten...
Sonra sırayla birkaç kare...
ve onu son görüşüm...
Ben anneannemi o Huriye teyzesini toprağa veriyordu.
Kazılmış mezarın ortasına indirilirken Huriye kadın, başımı kaldırdığımda karşımda duruyordu.
Baktım...
Sonra unuttum...
İşte bugün Küçük Adamla pikeden garaj yapıp arabalarımızı içine park ederken gözümün önüne indi.
Önce gözümün önündeki yüzü seyrettim. Sonra şaşırdım, gülümsedim. İçim acıdı daha sonra.
Elime kalem kağıt aldım. Bunu yazmalıydım kaçırmamalıydım. Yıllar öncesinden, uzaklardan onu hiçbirşekilde hatırlatmayacak bir anda çıkıp gelmişti.
Düşündüm...
Gözümün önünde bahçevanlı, bandalı bir genç, Sonikle Ankara Havası oynuyor...
Tuhaf şu insan beyni! Nasıl oluyorda bazı kareleri dünmüş gibi hatırlayı veriyor!!!
1.Sandığınızdan çok daha fazlası...www.pornomadokunma.blogspot.com 'sevgiliniz bir orospu 2.Google aramaları: *kaan sezyum karısına (herkes bu yazıyı konuşuyor başlıklı)
*umut sarıkaya karikatürleri (tespit adamı) 3.www.alkislarlayasiyorum.com görülmeye değer... 4. Dost tavsiyesi; son zamanların en iyi kokularından 'yumoş extra pembe'
5.Sarımsaklı ve mayonezli yoğurt ve salatalık... İyi bir tv atıştırması... 6.Adventure Time, Gumball, Cow and Chicken, Regular Show 7.CARTOON NETWORK izlemesi en keyifli TV kanalı. 8.filucusu.blogspot.com son zamanlarda keşfedilmiş bir blog. 9.Türk Kahvesi... Mehmet Efendi... 10.Denize girmektense, seyretmek... 11.Büyük bir keyifle okuduğum alkışlanacak çocuk dergisi BİLİM ÇOCUK! 12. 3. yaşını doldurmuş, kitapçılarda ücretsiz bulabileceğiniz çok faydalı bulduğum 'İyi Kitap' aylık okul öncesi çocuk ve gençlik kitapları gazetesi.
13. Tesadüf bulunun hoşa giden şey...
"Çocuktum, ayıramazdım, ha aşk ha
zeytin
aşkı yazsam kağıttan utanırdım, o benden
mahcup
zeytine uzansam dalından kırılırdım, benden de
çocuk
Bahçedeki şişme havuzun içi bomboş. Oyuncakları toplanmış... Garip bir hüzün var bu görüntüde.
Küçük çaplı tatil dönüşü toplanması... Dönüş toplanmaları hep hüzünlü gelmiştir. Alışkanlıklarını özlesede insan, içten içe rutine dönmek biraz zor gelir.
Palmiye ağaçlarının oturduğum yerden rüzgarla salınışını izlemek son bir haftadır mutlu etmeye yetiyor. Yanıbaşımda denizin oluşunu bilmek... Ayaklarıma terlik giymeden kara kara gezmek... Pedikür de neymiş arkadaş? Makyajsız, kokusuz, saatsiz, 2 t-shirt-1 şort... Bir cımbız bir ayna ile dakikalar geçirmek... Minyatür kamyon-kepçe ile küçük çaplı inşaatlar yapmak... Ele bir poşet geçirip saatlerce Küçük Adamla deniz kabuğu toplamak... Az malzemeyle güzel yemek denemeleri... Küçük Adamın A halleri B halleri C halleri... Küçük bir bedene sıkı sıkı sarılıp uyumak... Çamaşır yıkamalar, asmalar, toplamalar...
Yaz sonu esintisinde müzik dinlemek... Dinlemek...
Küçük bir evde Küçük Adamla öylece yaşayıp gitmek...
Tv karşısında vakit geçirmeyi sevmeyen biri olarak son zamanlarda izlemekten en keyif aldığım kanal Cartoon Network.
Tüm dünyada 160 ülkede, 21 farklı dilde yayınlanan Cartoon Network, bilhassa erkek çocukların ilgisini çeken vurdu kırdı, fışın-dışın çizgi filmler hariç büyüklerinde zevkle izleyebileceği bir kulvarda yayın yapıyor.
Çok yaratıcı ekiplerle hazırlanmış çizgi filmler,çizgi karakterler...
Renkler, çizimler,kurgular bir harika. Seslendirmeler çok doğru insanlarla yapılmış.
Özellikle Jim Carrey'e ses vermiş, Yekta Kopan'nın karşısında saygıyla eğiliyorum.
Çocukların dünyası biz büyüklerin sıkıcı dünyasından çok daha keyifli. Onların gözünden izleyebilmek hayatı bambaşka bişey. Bizim onlardan öğrenecek çok şeyimiz var.
Küçük Adamada özellikle teşekkür ediyorum farkında olmadan
Hepimizin çok iyi tasvir ettiği şeyler vardır. Kimi sevdiği bir kadını ya da erkeği, kimi okuduğu bir kitabı, kimi bir manzarayı, kimi rüyalarını, kimi vitrinde gördüğü bir elbiseyi ya da ayakkabıyı, kimi bir resmi-fotoğrafı,kimi bir yemeği anlatır.
Herkes hayatında en az bişeyi çok güzel tasvir eder.
Birgün bir masada bir et sohbeti açılır...
Karşındaki, küçük bir etin hikayesini anlatır.
Parmak uçlarında tutar o küçük bir parça eti. Baş parmağı ve işaret parmağının arasında. Birbirine sürter. Et lime lime olmuştur. Tel tel...
Anlatırken gözlerini kısar, yutkunur. Parmaklarının arasında tuttuğu hayali eti ağzına götürür. Azı dişlerine sıkıştırır. Yavaşça çiğner. Çiğner, çiğner ezer... Küçük minicik bir ses çıkar dişlerinin arasından.
İşte o et...
Et öyle olmalıdır...
Tasvir: Arapça bir kelime olup, herhangi bir varlığın rengini, kokusunu, tadını,
görünüşünü, özelliklerini... anlatma ve canlandırma (bir anlamda yazıyla
resmetme) demektir.
Bazen insan kendi boşluğunda boğuluyor ustam. O boşluğu kendi içinde, kendi açıyor oysa.
Ne yaparsa insan kendine yapıyor.
Ben dahil herkes bişey biliyor değil mi? Herkes herşeyi biliyor.
Bişeyler öğrendikçe insan, ne kadar az şey bildiğini farkediyor.
Benim artık en iyi bildiğim şey 'hiçbirşey bilmediğim'.
Bazen insan savruluyor ustam. Esintiye, rüzgara, fırtınaya bırakıveriyor değil mi kendini? Çoğukez bilerek, isteyerek yapıyor değil mi? Bazende şuursuzca yarışıyor, meydan okuyor...
Bazen insan savaşmak-teslim olmak arasında gidip geliyor değil mi?
Seçmek istemiyorsun bazen...
Ama hayat seçimlerden ibaret değil mi? Hep ötekinde kalıyor aklımız... Seçmediğimizde! Acaba???
Bazen herkes varken hiçkimse yok gibi değil mi? Yalnızlığın paçalarından akıyor... İçsel yalnızlığın... Yaradılış yalnızlığı... Kimseyle, hiçbirşeyle dolmayan o yalnızlık...
Görmek istemiyorsun bazen yanıbaşındakini değil mi ustam? Kör oluyor gözlerin... Kulakların duymaz oluyor sözleri... Kendini dinlemek bile yorucu geliyor bazen...
Her geçen gün hızla büyüyor ve değişiyorsun. Sana yetişemiyoruz. Küçücük bir boyun, ama kocaman lafların var. Şaşırıyorum, eğleniyorum ve zorlanıyorum. Ama seninle zaman geçirmek o kadar keyifli ki Küçük Adam... Kelimelerin bir inci kolye sanki ardarda dizdiğin. Kafandan neler geçiyor...
Küçük bir insanın gelişimine o kadar şaşırıyorum ki...
Benim de acemiliklerim oluyor elbet. Bir 2 yaş sedromu var yatsınamayan...
Ama elimden geleni yapmaya çalışıyorum senin için inan...
Zor bir dönemde anne, senden güç alıyor... O yüzdendir ki kaçırdığı şeyler vardır elbet...
Ama sen benim en büyük ilham kaynağımsın.
Bugün sokaktan eskici geçiyordu ve sen yakamı tutup ;
-Eskiciiiiiii
-Eskiciiiii Dur......
-Annemiiii satacaaamm
dedin...
Be ilahi çocuk :) ne diyeyim sana... :)
* Yaptığın resim bir arabaymış... Keşke çocuk olsam...
Bir postane...
İçAnadolu'nun bu yoz memleketinin postane önü...
Yarım kıçlık bir taşa yerleşmiş kadın...
Uzun bir kuyruk...
Bir telaş, bir homurtu.
Gelenler geçenler...
Bekleyenler, beklemekten sıkılanlar...
Beyaz kemerli oğlanlar...
İnce belli, kumaş pantolonlu, sıktırık kemerli yeni yetme oğlanlar...
Kendini bu şehre ait hissetmeyen üniversite öğrencileri...
Eline bir baston almış, beline bir bez bağlamış, aksak adım yürüyüp 50 kuruş isteyen dilenciler...
Hayatın engellerine sık sık takılıp düşen engelliler...
Sümüklü, bacağına 3 boy büyük pantolon çektirilmiş bebeler...
Karınlarını, kilolarını gururla taşıyan hamile kadınlar...
Gözü görmeyen, kulağı duymayan, süklüm püklüm yürüyen, şaşkın etrafına bakınan yaşlılar...
Anlaşılmayan, derdini anlatamayan yaşlılar...
Ağğğşaaamaaa ne pişirsem derdine düşmüş kadınlar...
Şalvar arasına saklanmış çekingen gözlerle etrafı kesen veletler...
Azgın kalabalıkla başetmeye çalışan postane çalışanları...
Belediye anonsu duyuluyor çatırtılı...
'Sular kesilecek 1 günlüğüne. Halkımıza duyurulur.'
Bir şehir...
Bir postane...
Şehrin kırsalının kalabalıklaştırdığı, un kokulu postane...
2009
yılında '' Rock-I Life '' ismiyle Adanada
kurulan grup yeni bir yapılanma sürecinde grup ismini '' DAM '' olarak
değiştirdi ve beste çalışmalarına bu isimle devam etme kararı aldı.
DAM grubu Vokal ve Ritim gitarda Doğan YÜREK, Solo gitarda Emre
DIBLAN, Bass
gitarda Yusuf SEVGEN
ve Davulda Sergen
EKİNOĞLU ile birlikte 2009 yılından bugüne kadar hiçbir
değişime uğramadan geldi.
Grup volalisti Doğan Yürek'in sesi tüğ gibi... Yolun başındalar ama çok güzel işlere imza atacaklar...
Kesilmiş bir limon dilimi
uzatır... Kokusunu duyuyormusun??? ... Hadi bununla ilgili bir
yazı yaz.
Modern çağ insancıkları... Bizler.
Sıkıştırılmış zamanlar... İlişkiler... Doyumsuz hayatlar... Sahil kasabası
hayalleri... Doğadan kaçan insancıklar... Bizler. Plazalar... Stüdyo hayatlar...
Günlük sıradan ıvır zıvırlar... Sorumluluklar... Sorumluluklar...
Zamansızlıklar... Zamansızlıklar... Organik zımbırtıları... Topraksızlık...
Elleme üstün kirlenir... Kirlenmek güzeldir(OMO) insancıklar... Bizler. Sonra
temizlenebilmektir mühim olan. Hem temiz nedir ki? Kirli olmazsa temiz nasıl
olur?
Nefes alabiliyor muyuz insancıklar?
Bizler.
Biri size limon uzattı mı? Uzatabildi mi?
Ne hissettin?
Yeşil... Sarı... Taze... Serinlik...Bahçeler... Sokaklar... Çiçekler... Maviler...
Yine Serinlik... Yine tazelik...
Beyaz badanalı evler... Ucucu beyaz elbiseler... Uzun RÜZGAR' a
bırakılmış saçlar... Ekinler...
Çiçekli masa örtülerin üzerinde yenen yemekler... Hasır sandalyeler...
Evet buzzzz gibi bir limonata...
Görmek istersen görürsün insancıklar. Yani
bizler. Ekşi mi limon? Bence
değil! Ekşi mi bu yazı?
Ne hissediyorsun?
GERÇEK: LİMON
EKŞİDİR.(Gerçek nedir?..)
Küçük Adam!
Bir gün sana limon uzatıp ne hissediyorsun diye soracak bir
arkadaşın olsun.
Tamam mı?
BİLGİ: Limon yıl
boyunca büyümeyi sürdüren, kışın yapraklarını dökmeyen küçük bir ağaç türü ve
bu ağacın meyvesidir.
Bu resme baktığınızda ne görüyorsunuz?
Komik, şirin bir çocuk...
Uğur Gürsoy'un tiplemesi FIRAT.
Tanışanların hemen bağrına bastıkları minik çocuk.
Bizim tanışmamız Küçük Adam'ın karnımda büyümeye başladığı zamanlara
denk gelir.
Ve sağda solda söylemişimdir. FIRAT
gibi bir çocuğum olsun.
:)
Bir dostum demişti hangi anne
çocuğunun FIRAT gibi olmasını ister ki!!!
Tabii... Kendine büyük gelen donuyla,
elinde üçlü prizle gezen, nerdeyse görünmeyen ayaklarıyla, 10 numara büyük
gelen terliğiyle, kafası büyük, ağzı küçük, saçları tel tel, goca faltaşı
gözler...
FIRAT aslında görüntüsüyle tuhaf bir çocuk
olmasının dışında; çok masum, tertemiz bir karakterdir.
Hep bir yarış
içindedir.En birinci gelmeye çalışılan. Ama çok saf bir yarıştır. Günümüz
yarışlarına benzemeyen. Kirli ve tehlikeli olmayan. Şimdiki çocukların hırslı
yarışlarına benzemeyen.
En birinci olmak
için yarışıyor ama bir saniye sonra unutuyor birinciliğini.
Günümüz
çocukları; kendi yarışlarını bile oluşturamayan, kendini yarışın ortasında
bulan... Aslında büyüklerin yarışında bulan... FIRAT gibi
saniyesinde yarışı unutup başka bir şeyle ilgilenip, çocukluğun saf dünyasına
tekrar dönemeyen çocuklar... Çocukluğunu unutan çocuklar...
90'lara kadar çocuklar hep şeylerle bişey
yapardı. FIRAT da biraz geçmişimiz sanki. Saçmasapan birşeyi
annesine attırmayan onunla hep bişeyler yapacağını düşünen bir çocuk. Hayal
dünyası geniş...
Büyüklerin
dünyasında gezinmeyen etrafın ne diyeceğini umursamadan elinde yarım somunuyla
gezen bir çocuk.
Çocukça
afacanlıklarına annesinden terlik yiyen bir çocuk.
Edepsiz
düşüncelerinin içinde dini ifade ediş biçimi... Çocuk duasının saflığı...
Kavganın,
gürültünün, hiç bitmeyecek yarışların dünyasında FIRAT
gibi saf bir çocuk yetiştirmek ne kadar doğru olur ?
Fırat büyüdüğünde
böyle kalabilecek mi? Elbette ki HAYIR.
Şarkının dediği
gibi: 'Büyüdük ve kirlendi dünya'
FIRAT belkide çok şanslı hiç büyümeyecek.
Küçük
Adam a gelince o
şimdilerde FIRAT gibi alet edavat meraklısı, yarım somunla
gezebiliyor annesinden terlik yemeden. Saflığın sularında yüzüyor şimdilik ve
malesef FIRAT kadar şanslı değil BÜYÜYECEK.
Dileğim en azından çocukluğunda; büyüklerin dünyasındaki
yarışlarda değilde çocukça yarışlarda enbirinci gelmesi sonunda da bunu
unutup başka oyunlara dalabilmesi ve benden
salçalı ekmek istemesi.
Şimdi sen kim bilir ne
duygulardasın Belki de en güzel uykulardasın Şimdi sen kim bilir ne duygulardasın Belki de en tatlı uykulardasın Sen rüyalar âleminde Yeni aşklar hevesinde Bense yine uykusuzum Bir sabahçı kahvesinde
Sevgilim sevgilim İnan ki çok özledim seni
Dışarıda hafiften
yağmurun sesi Gözümde aşkımın hasret nöbeti Sen rüyalar âleminde Yeni aşklar hevesinde Bense yine uykusuzum Bir sabahçı kahvesinde
Sevgilim sevgilim Bak yine sabah oluyor
Bazı şarkılar vardır
tarzımızı hiç yansıtmayan Bazı şarkılar vardır hiç
söylenmeyen Bazı şarkılar vardır hiç
unutulmayan Bazı şarkılar vardır birgün
çıkagelir...
Ferdi'nin 'SABAHÇI
KAHVESİ' gibi...
Bişey olur içine, hemen
aklına geliverir. Öyle söylerki, o kahvede
olmak istersin...
Sabahın ilk ışıklarını kirli
masa örtüsünün üzerindeki demli bir bardak çay ile
karşılamak istersin. Hava soğuk olsun, dışarda
yağmur yağsın, içeride odun sobası yansın istersin... Ağzında acı çay ve sigara
tadı olsun... Uyku, rahatsız sandalyende
bir gelip bir gitsin istersin...
Gelmeyecek birini bekliyor
gibi geçer zaman... Kahveci bir bardak çay daha
koyar önüne... Yarım yarım gider soğumuş
bardaktaki çaylar... Gider... Gelir... Bu sefer
sıcak...
Bir defada olsa erkek
olmak istersin... Bir sabahçı
kahvesinde sabahlamak için.
Ortalık ne de sessiz... Bir az önce uyku arkadaşının
melodileriyle seni tatlı rüyalara uğurladım. Senin ve Büyük adamın üzerini
örttüm.
Kendimle başbaşa kaldım. Gecenin sessizliğini bozan sadece Karşı
Pencere'nin müzikleri... Ucuz bir şarap açtım
kendime... Serin sanki bu akşam... Başka sessiz sanki bu akşam...
Bir arkadaşımın dediği gibi sigaram erkek sigarası bu akşam... Mutfağım ne de
konforsuz bu akşam... Işığı ne kadar da kısık... Kibrit var bu akşam masada...
Bir dost var aklımda Küçük
Adamın arkaşını uyutmaya çalışıyor bu akşam da...
Kendim için birşeyler yaptığım saatler...
Sessizlik bazen ne kadar da ilaç geliyor insana... Uykusuzluk çanları da çalsa
beynimde, ruhumu dinlendiriyorum. Mevsim sonbahar. Hüzünlü... Melankolik...
Trenlere binme isteği... Binip, ritmik tıkırtısına kaptırmak
kendini... Yollarda ağır adımlarla yürüme isteği, sade basit otel
odalarında, beyaz çarşaflarda saatlerce başımı yastığa gömüp uyuma isteği,
rakılı akşamlar... Şaraplı akşamlar... Battaniyelere sarılıp saatlerce
patlamış mısır yiyip filmler izleme isteği, bir eşlik eden bulup hiç konuşmadan
çekirdek çitlemeler... Dolsun tabaklar boşalsın tabaklar... Okumak, okumak,
uyumak... Uyumak, okumak tekrar tekrar... Çarşaflara dolanmak dolanmak,
sarılmak... Bir banka oturup saatlerce geleni geçeni izlemek... Kalabalıklara
girmek sessizce çıkmak... Issız yerlere gidip hayaller kurmak... Maviye bakmak...
Sarıya bakmak... Geceye bakmak... Sabaha bakmak... Saatlerce...Uzaktaki mavi şehre
gitmek oradaki dostun kapısını çalıp içeri girmek, sıcak yemeğini yemek...
Saatlere hiç bakmamak... Saat hiç takmamak... Telefona hiç bakmamak...
Yazıp -çizmek... Yazıp yazıp çizmek...
Ah GIORGIA
ah... Bir anlasam ne demek istediğini.
Bazen çabucak büyümeni istiyorum Küçük
Adam...
Ama büyüme...